B47Gz. KURAN’I KERİM TEFSİRİELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIRZümer Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması1- Bu kitabın indirilişi Allah’tandır. Başkası veremez. Zorlama ile yapmacık hareketlerle yapılamaz. Peygamberlik, kazanma ile elde edilemez ve zorla alınamaz. Çünkü Allah öyle azîz, öyle hakîmdir.“Azîz” iki mânâya gelir Birisi mağlup olmaz, galip ve kadir, bir de ortağı ve benzeri yok, yalnız demektir. Allah Teâlâ hakkında ikisine de uygun düşecek bir mânâ kastedilmesi lazım gelir. Bilhassa bu iki vasfın söylenmesiyle hem Kur’ân’ın azîz, hakîm bir kitap olduğuna dikkat çekmek, hem de anlatılacak tevhide bir Hakkıyla; hak ile, hak olarak. mülabese, musahabe veya sebebiye olmak üzere bunda birkaç yön muhtemeldir. Mülâbese olduğuna göre hakka mülâbis, yani haklı olarak, hak olarak, iniş veya kitabın tam hakkı verilerek demek olur. Sebebiyet olduğuna göre de bu hak sebebiyle, hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile demek olur ki, yerine göre bu mânâlardan biri tercih 9- İyi bil ki, hâlis din ancak Allah’ındır. Hiçbir şirk karşılığı olmaksızın temiz ve halis tevhid dini, tam mânâsıyla şüphesiz din. Halis ibadet ve taat ancak Allah’a yapılır ve yapılmalıdır. Bunun doğruluğunu meydana çıkarmak için buyuruluyor ki O’nun berisinden birtakım veliler edinenler de, Allah denince kendisinden daha ilerisi, daha yükseği, daha ötesi mümkün olmayan en mükemmel zat denilmiş olduğu için, Allah’ın üstünde bir ilâh iddiasına kalkışılması bahis konusu olamaz. Şirk koşanlar, hep O’ndan aşağılardan birtakım veliler, koruyucular tutmak isterler. İsterler ama O’ndan başka velilere, emir sahiplerine tutunanlar, gerek “İlahları, bir tek ilâh mı yapmış?” Sâd, 38/5 diyenler gibi putlara, gerek meleklere ve gerekse İsâ gibi şerefli kullara ilâh diye sarılanlar “Biz onlara ancak, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” demektedirler. Böyle diyerek tutunmaktadırlar. Demek ki şirk batıldır. Mabudluk, yalnız Allah’ın hakkıdır. Halis din ancak Allah’ındır. Maide, 5/69. âyetin tefsirinde sâbiîn hakkında geçen açıklamaya bkz.Üç karanlıkta Batın karanlığı, rahim karanlığı, döl yatağı karanlığıMeâl-i Şerifi10-21- 10- Ey Muhammed! Tarafımdan söyle “Ey iman eden kullarım! Rabbinizden korkun. Bu dünyada güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir.”11- De ki “Bana, dini sadece kendisine halis kılarak Allah’a ibadet etmem emredildi.”12- “Hem O’nun birliğine teslim olan müslümanların ilki olmam da bana emredildi.”13- De ki “Eğer Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım.”14- De ki “Ben dinimi kendisine halis kılarak yalnız Allah’a kulluk ederim.”15- “Siz de O’ndan başka dilediğinize kul olun.” De ki “Asıl hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerine ve mensuplarına ziyan edenlerdir. Evet, işte asıl açık hüsran budur.”16- Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında yine ateşten tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bundan korkutuyor, “Ey kullarım! benden korkun.” diyor.17- Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp da tam gönülle Allah’a yönelenlere gelince, müjde onlaradır. Haydi müjdele O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. İşte temiz akıllılar da Ya üzerine azab kelimesi hak olmuş kimse de mi böyledir? Artık o ateşteki kimseyi sen mi çıkaracaksın?20- Fakat o Rablerine sığınarak korunanlar için altlarından ırmaklar akan, üzerlerinden şehnişinler yapılmış, şehnişinli balkonlu köşkler vardır. Bu, Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden Allah’ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki menbalara koyduğunu görmedin mi? Sonra onunla türlü renklerde bir ekin çıkarır, sonra onun olgunlaşıp sarardığını görürsün. Sonra da onu bir çöpe çevirir. Elbette bunda temiz akıllılar için bir ihtar Şerifi22- Allah, kimin bağrını İslâm’a açmış ise işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Artık Allah’ın zikri hususunda kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık Allah, kelamın en güzelini ikizli, ahenkli bir kitap olarak Rablerine saygısı olanların derileri ürperir. Sonra derileri de, kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Allah’ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini doğru yola çıkarır. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek O halde kıyamet günü zalimlere “Tadın bakalım kazanıp durduklarınızı!” denilirken, o kötü azabdan yüzü ile korunacak kimse ne olur?25- Onlardan öncekiler de yalanladılar da kendilerine, hatırlarına gelmez yönden azab Allah, onlara dünya hayatında zilleti tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!27- Yemin ederim ki, bu Kur’ân’da insanlar için her türlüsünden temsil getirdik. Gerek ki iyi Pürüzsüz Arapça bir Kur’ân indirdik ki, Allah’ın azabından Allah, şöyle bir misal vermiştir Bir adam ve birtakım ortakları var, hırçın hırçın çekişip duruyorlar. Bir de yalnız bir kişiye bağlı selamet içinde olan bir adam var. Bu ikisinin hali hiç bir olur mu? Hamd Allah’ındır, fakat pek çokları Sen elbette öleceksin, onlar da elbette Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı Kimin haklı, kimin haksız çıkacağına ve neticenin ne olacağına gelinceMeâl-i Şerifi32-41- 32- Allah’a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim daha haksız kim olabilir? Kâfirlerin yeri cehennemde değil midir?33- Doğruyu getiren ve onu tasdik edene gelince, işte onlar kötülükten korunan Onlara, Rablerinin yanında ne dilerlerse vardır. İşte bu, iyilik yapanların Çünkü Allah, onların önceden yaptıkları amelin en kötüsünü bile keffaretle örtüp, işlemekte bulundukları güzel amellerin en güzeline göre mükafatlarını kendilerine Allah, kuluna kâfi değil midir? Durmuşlar da seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Her kimi ki Allah şaşırtırsa, artık ona hidayet edecek Her kime de Allah hidayet verirse artık onu da şaşırtacak yoktur. Allah aziz çok güçlü ve intikam sahibi değil midir?38- Andolsun ki onlara “O gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan “Elbette Allah!” diyeceklerdir. O halde gördünüz ya Allah’tan başka çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O’nun zararını giderebilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun rahmetini tutabilirler mi? De ki “Allah, bana yeter.” Tevekkül edenler, hep O’na De ki “Ey kavmim! Haliniz üzere çalışın. Ben de kendi halime göre çalışıyorum. Artık ileride bileceksiniz.”40- “Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin üzerine konacağını.”41- Biz bu kitabı sana, insanlar için hak ile indirdik. O halde kim doğru yola gelirse kendi lehinedir. Kim de saparsa, sırf kendi aleyhine olarak sapar. Sen onların üzerine vekil Şerifi42- Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki “Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi böyle yapacaksınız?”44- De ki “Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.”45- Böyle iken, Allah bir olarak anıldığı zaman ahirete inanmayanların yürekleri burkulur da, O’ndan başkaları anıldığı zaman derhal yüzleri De ki “Ey gökleri ve yeri yaratan, görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’ım! Kulların arasında, o ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında sen hüküm vereceksin.”47- Eğer bütün yeryüzündekiler ve bir o kadarı da beraber o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu mutlaka feda ederlerdi. Ancak ne var ki, hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından karşılarına Öyle ki, yaptıkları amellerin kötülükleri karşılarına çıkmış ve alay edip durdukları şeyler, kendilerini Fakat insana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da “O bana bir bilgi üzerine verildi.” der. Belki bu bir imtihandır, fakat pek çokları Onu, bunlardan öncekiler de söyledi. Fakat o kazandıkları, kendilerini Neticede kazandıklarının kötülükleri, başlarına geçti. Şunlardan o zulmedenlerin de kazandıkları kötülükleri başlarına geçecektir. Onlar da bunu atlatacak Hâlâ bilmediler mi ki; Allah, rızkı dilediğine açar ve kısar. Şüphesiz ki bunda iman edecek bir kavim için nice ibretler Allah, o nefisleri ölümleri zamanı kabzeder, alır. Bu âyetin gelişi, yukarı ile üç noktadan “kasır” ile sondaki “Sen onların üzerinde bir vekil değilsin.” sözüne bakmaktadır. Yani vekil sen değilsin, Allah’tır. Çünkü o canları ancak Allah alır. Bu nokta daha ileride “O, her şeyin üzerinde bir vekildir.” Zümer, 39/62 diye açıkça da hidayet ve sapıklığın, hayat ve ölüm ile bir temsilini ta yukarıdaki “Sen elbette öleceksin, onlar da elbette öleceklerdir. Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız.” Zümer, 39/30-31 âyetini bir nevi açıklama ile “Kim doğru yola gelirse, kendi lehinedir. Kim de saparsa, sırf kendi aleyhine olarak sapar.” Zümer, 39/41 hatırlatmasını zihinlere yerleştirmek ve ispat etmektir. Keşşaf sahibi, burada “nefisler”den maksadın, ruh ile beden toplamı olduğunu söyleyerek demiştir ki “Nefisler olduğu gibi cümlelerdir insanların kendileridir. Alınması da öldürülmesidir ki, hisseden, anlayan bir hayat sahibi olmasının sebebi olan parçalarının sağlık ve esenliği cinsinden sebep ve şartların çekilip alınmasıdır. Çünkü sağlığı yok edilince sanki kendisi yok edilmiş gibi olur. Çünkü Allah Teâlâ, almayı, ölümü, uykuyu hep nefislere bağlamıştır. Halbuki akıl ve temyiz kabiliyeti, ölüm ve uykunun kendisi ile vasıflanmış değildir. Ölen ve uyuyan, ancak cümle zat mânâsına nefistir.” Nefis, beden karşılığı olarak ruh mânâsına da geldiği ve özellikle rûh-ı emrî Allah’ın emrinden olan ruh denilen konuşan nefis yerinde kullanıldığı için, diğer tefsirciler burada İbnü Abbas hazretlerinden gelen bir rivayete göre akıl ve temyiz nefsi denilen konuşan nefisler ile tefsir etmişler ve almayı da bedenle olan ilgi ve tasarrufunu kesmek suretiyle kabzedip almak diye beyan etmişlerdir. Ölümde dıştan ve içten, uykuda da yalnız dıştan ilgisinin kesildiğini söylemişlerdir. İbnü Abbas hazretleri demiştir ki Âdemoğlunda bir nefis, bir ruh vardır. Aralarındaki fark güneş ile ışığı gibidir. Nefis, kendisiyle akıl ve temyiz yapılan, ruh da teneffüs ve hareket yapılandır. Ölümde ikisi de alınır, uykuda ise yalnız nefis alınır. Ruh denilince genellikle hayatın aslı anlaşılageldiği gibi, hayat da çoğunlukla cismanî görünüş ile anlaşıldığından, manevî hayatın e sası olan ruha nefis denmiştir. Güneş ile ışığını misal getirmesi, gösterir ki, aralarında bir cevher farkı anlatmak istememiştir. Bizim anladığımız şudur Nefis, kendini duyan, kendine ve kendindekine vicdanı olan, yani “ben” şuuruna sahip olan zattır. Her nefiste böyle duyan ve duyulan olmak üzere çifte bir yön vardır. Âyette geçen “teveffî” kelimesi, bir şeyi yeterli olarak, yani kamilen ve tamamıyla almak, çekip çıkarmaktır. Bundan dolayı ruhun Allah tarafından tamamıyla kabzedilip alınmasına “teveffî” ve ölüme “vefat” denilmiştir. Emaneti yerine teslim ile tamamen vefa etmek yerine getirmek gibidir. Nefislerin varlıkları, zorunlu değildir. Onun için kendilerine dair bilgileri, kendi zatlarıyla olsa bile, zatlarından dolayı değildir, Allah’tandır. Allah onları kendilerinden alıp, kendilerinden geçirir. Bu mânâ “Allah kişi ile kalbi arasına girer.” Enfal, 8/24 âyetindeki gibidir. İşte nefsin alınması, ölüm ve uyku hallerinde olduğu gibi kendinden geçirilip, akıl ve temyiz gücünün kendisinden alınmasıdır. Bu durumda mânâ şu oluyor “O nefisleri, konuşan nefisleri başkası değil, ancak Allah kendilerinden alır, kabzeder, yok etmeksizin kendilerinden geçirir, şuur ve temyiz güçlerini alır.” Öldükleri zaman, yani bedene ait tasarrufları ve ilgileri kesildiği zaman ölmeyenleri de uyudukları zaman alır da üzerine ölüm hükmünü verdiklerini alıkor, tekrar dirilinceye kadar tutar diğerlerini, henüz ölüm hükmü verilmemiş olan uykudakileri salıverir belirli, takdir edilmiş bir süreye kadar ki, ölecekleri zamandır. İşte böyle hem ölüm halinde, hem de uyku halinde o nefisler, Allah Teâlâ’nın elinde bulunur. Burada şu soru hatıra gelir Yukarıda Secde Sûresi’nde “De ki Üzerinize vekil edilen ölüm meleği, canınızı alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz.” Secde, 32/11 buyurulmuş, daha yukarıda, En’am Sûresi’nde “Sonunda birinize ölüm geldiği zaman onu gönderdiğimiz melekler vefat ettirirler. Onlar vazifelerinde kusur etmezler. Sonra insanlar hak olan mevlâlarına döndürülürler.” En’am, 6/61-62 buyurulmuş olmakla bunlarda, alma, Allah’ın elçilerine ve ölüm meleğine isnad edilmişti. Şu halde burada kasır ile “Allah alır” buyurulması, bunlara aykırı olmaz mı?Fahrüddin Râzî tefsirinde buna şöyle bir cevap verilmiştir Gerçekte nefisleri alan öldüren ancak Allah Teâlâ’dır. Şu kadar var ki, Allah Teâlâ sebepler âleminde her türlü işi, meleklerden bir meleğe görev olarak vermiş, böylece ruhların alınmasına da ölüm meleğini memur kılmıştır ki, o başkandır. Beraberinde tabileri ve hizmetçileri vardır. Onun için o âyetlerde alma onlara nisbet edilmiş, burada da gerçek olarak Allah Teâlâ’ya nisbet olunmuştur. Bunun özü, Allah’ın görevlendirip gönderdiği elçilerin alması, Allah’ın alması demektir. Yahut Allah’ın alması, doğrudan doğruya veya melekleri vasıtasıyla olmaktan daha geneldir, demek oluyor. Bu cevap, aslında doğru ve “Kullarının üstünde galip olan O’dur. Ve O, üzerinize muhafaza melekleri gönderir. Sonunda birinize ölüm geldiği zaman onu gönderdiğimiz melekler vefat ettirirler.” En’am, 6/61 diye “hatta” ile kasrına bir bölüm oluşu da buna şahit ise de, burada daha önemli bir nükte vardır Dikkat edilmesi gerekir ki, zikredilen âyetlerin birinde ölüm meleğinin alışından sonra “Sonra O’na döndürülürsünüz.” buyurulduğu gibi, diğerinde de “Sonra hak olan Mevlalarına döndürülürler.” buyurulmuştur. İşte buradaki alma işi, o döndürülme anını açıklamaktır. Bunun izahı da şu olur Ölüm meleği, bedenden hayvanî ruh denilen cismanî hayat ruhunu alır, akıl ve temyiz ruhu denilen konuşan nefisleri, Rabbin emri olan insanî ruhu ise “Ben ruhumdan ona üfledim.” Sâd, 38/72 âyetinin ifadesince doğrudan doğruya Allah üflediği gibi “Allah nefisleri alır” ifadesince, kabzedilip alınması da doğrudan doğruya Allah’a aittir. buyurulması da bu tahsisi bildirir. Şüphesiz ki bunda; bu olma, tutma ve salıvermede düşünecek bir kavim için elbette ibretler vardır. Ki, Allah’tan başka mabud olmayacağına ve sonunda hep Allah’a gidileceğine ve tekrar dirilip, huzurunda muhakeme olunacağına ve Allah’a karşı yalan söylemiş, zulmetmiş, küfretmiş haksızların, kâfirlerin varacakları yerin cehennem olup; sadık, mümin, müttaki olup iyilik yapanların en güzel mükafata ereceklerine, kısaca “Biz Allah’ınız ve yalnız O’na döneceğiz.” Bakara, 2/156 meselesine delalet eder. En’am, 6/60. âyetin tefsirine bkz.Nefislerin, uykudaki gibi kendilerinden geçirilmesi, azabı duymamak itibarıyla kâfirlerin lehine olmaz mı? diye bir soru hatıra gelebilir. Keşşaf sahibi bu soruya meydan vermemek için, konuşan nefsin, ölümle vasıflanamayacağını söylemişti. Fakat bunun asıl cevabı Hz. Ali’ye nisbet edilen şu kıt’adadır“Eğer biz öldüğümüz zaman bırakılmış olsaydık, ölüm her canlının rahatı olurdu. Fakat bizler öldüğümüz zaman tekrar diriltileceğiz de ondan sonra her şeyden sorguya çekileceğiz.”Demek meselenin asıl düşünülecek çözüm noktası bu alıp tutmak ve salıvermekten Allah Teâlâ’nın mutlak tasarruf kudretini anlayarak bu tutuşun, bu hapsedişin onları kaçırmayıp yeniden dirilmek için bir hapis ve durdurma olduğu sonucunu çıkarmak ve tekrar diriliş ile Allah’a kavuşmanın dehşetini, celal büyüklük ve cemalini güzelliğini düşünebilmektir. Onun için Yâsin Sûresi’nde geçtiği üzere sûr’a üfürülünce kâfirler “Bizi mezarımızdan kim diriltip kaldırdı?” Yâsin, 36/52 diyeceklerdir ki, aşağıya doğru bu mânâ burada da açıklanacaktır. Yine bundan dolayıdır ki kâfirler “Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin.” Mümin, 40/11 bu uyarılara karşı müşriklerin yegane tutundukları tutamak şefaat davası olduğu için buyuruluyor ki Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? Allah’a karşı yalan söyleyen, “Biz onlara ancak bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Zümer, 39/3 diyen, Allah çocuk edindi diyen o müşriklere “De ki Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi böyle yapacaksınız?” Zümer, 39/43 Bu önce putların şefaati davasını iptaldir. Diğerleri hakkında da şöyle buyuruluyor Bütün şefaat Allah içindir. Onun da sahibi O’dur. O’nun izni olmaksızın huzurunda kimse şefaat edemez. Şefaat izni verilenler de hep O’nun rızasını düşünerek şefaat edebilirler. Çünkü “Göklerin ve yerin mülkü O’nundur…”Meâl-i Şerifi53- De ki “Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”54- Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azab gelmeden önce tevbe ile Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Sonra Haberiniz olmayarak ansızın başınıza azab gelmeden önce halis müslüman olun da Rabbinizden size indirilenin en güzelini takib ve tatbik O günden sakının ki günahkar nefis şöyle diyecektir “Allah’ın yanında yaptığım kusurlardan dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim.”57- Yahut şöyle diyecektir “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben müttakilerden olurdum.”58- Veya azabı gördüğü zaman şöyle diyecektir “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik yapanlardan olsaydım.”59- Ona “Hayır sana âyetlerim geldi de onlara yalan dedin, kibirlenmek istedin ve kâfirlerden oldun.” denir.60- Hem o kıyamet günü görürsün ki, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır. Kibirlenenlerin yeri cehennem değil mi?61- Kötülükten sakınan müttakileri ise Allah başarılarından dolayı kurtuluşa çıkarır. Onlara fenalık dokunmaz ve onlar üzülecek de Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Her şey üzerine vekil de O’ Bütün göklerin ve yerin kilitleri O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere gelince, işte onlar, kendilerine yazık De ki; yani Allah tarafından şu hitabı tebliğ et. Ey kendi nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım!İSRAF, mal sarfında meşhur ise de insanın yaptığı herhangi bir fiilde haddini aşmaktır. Burada cinayet mânâsı da ilave edilerek ile sılalanmıştır. Yani günahta aşırı giderek kendi nefislerine karşı cinayet yapmış olan kullarım! “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” Bu âyetin, Kur’ân’da en ümitli âyet olduğu söylenir. Bununla beraber dikkat edilmesi gerekir ki, bu ümit, günaha teşvik için değil, en günahkar kimseleri bile bir an önce tevbe edip Allah’a yönelmeye teşvik için olduğu, hemen peşinden gelen iki âyetten açıkça anlaşılmaktadır. Bunun iniş sebebi hakkında birkaç rivayet vardır. Atâ b. Yesar’dan olan rivayete göre Hz. Hamza’nın katili Vahşi hakkında Medine’de inmiştir. İbnü Ömer’den rivayet olunduğuna göre de, demiştir ki, Ayyaş b. Ebi Rebia, Velid b. Velid ve daha birkaç kişi müslüman olmuşlardı. Sonra da kendilerine işkence edilmiş, fitneye düşmüşlerdi. Biz bunlar hakkında, Allah artık bunlardan ebedî olarak hiçbir şey kabul etmez; müslüman oldular, sonra da bir azab ile cezalandırıldıkları için dinlerini terkettiler diyorduk ki, bu âyetler indi. Ömer b. Hattab katib idi, bunları kendi eliyle yazdı, Ayyaş b. Ebi Rebia’ya ve Velid b. Velid’e ve diğer birkaç kimseye gönderdi, onlar da müslüman olup hicret Abbas’tan rivayet edildiğine göre de Mekkeliler şöyle demişler “Muhammed, iddia ediyor ki, putlara tapan, Allah ile beraber diğer bir ilâha dua eden ve Allah’ın muhterem kıldığı öldürülmesini haram ettiği bir insanı öldüren kimseler bağışlanmaz, o halde biz nasıl hicret eder, müslüman oluruz? Putlara tapınmış, adam öldürmüşüz, şirk ehliyiz.”1 Bunun üzerine Allah Teâlâ “De ki Ey kendi nefislerine karşı israf eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” âyetini indirdi. Bununla birlikte âyetin iniş sebebi, kâfirlerin İslâm’a girmesi meselesi ise de, mânânın asilerin tevbesine de şamil olduğunda şüphe yoktur. O haydi haydi sabit olur. Demek ki “Şüphe yok ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.” Nisâ, 4/48 âyeti gereğince şirkin bağışlanmaması, tevbe edilmediği “Azab size gelmeden önce” buyurulması da ümitsizlik halindeki imanın fayda vermeyeceğini anlatır. Bir nefis diyeceği için, yani dememesi için. “Ve O, her şey üzerine vekildir.” Bu ifade, ta yukarıdaki “Sen onların üzerine vekil değilsin.” Zümer, 39/41 hitabına karşılıktır. Yani üzerlerinde tasarruf yetkisi kendisine ait olan, yahut görüp gözetecek, menfaat veya sorumluluklarını tatbik edecek olan ancak O’dur. “Göklerin ve yerin kilitleri O’nundur.”MEKÂLÎD, “Mıklid” veya “mikled”in çoğuludur ki, kilit veya anahtar demektir. “Kilid”in Arapçalaşmışı olan “ıklîd”in çoğulu olduğu da söylenmiştir. Burada kilit veya anahtarlardan maksat, yer ve gök hazineleri ve onlarda dilediği gibi tasarruf Şerifi64- De ki “Ey cahiller! Şimdi bana o Allah’tan başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz?”65- Andolsun ki, sana da, senden öncekilere de şu vahyedildi “Yemin ederim ki, eğer şirk koşarsan bütün çalışmaların boşa gider ve mutlaka kendine yazık edenlerden olursun.”66- Hayır, onun için yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki bütün yer kıyamet günü O’nun avucundadır. Gökler de kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok Ve sûra üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar Yer, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş ve aralarında hak ile hüküm verilmektedir. Hem onlara hiç haksızlık Herkese ne amel yaptıysa karşılığı tam olarak ödenmiştir. O Allah, onların yaptıklarını en iyi şekilde Yer, kıyamet günü O’nun de kudretiyle dürülmüştür. Zemahşerî, Beydâvî, Ebu’s-Suud gibi belagatta tanınmış olan tefsirciler diyorlar ki, bu âyet-i kerime, yüce Allah’ın son derece büyüklüğüne, kudretinin kemaline ve zihinlerin hayret ettiği büyük fiillerin, O’nun kudretine nispet edilince, çok küçük ve değersiz kalacağına bir tenbih ve kainatı yıkıvermenin O’na göre pek kolay bir şey olduğunun, temsil ve tahyil hayal ettirme yoluyla bir ifadesidir ki, “kabza” avuç ve “yemîn” sağ el kelimelerinin hakikat veya mecaz olmaları yönü düşünülmeksizin “gecenin zülfüne kır düştü” deyimi gibi topyekün bir tasvirdir. Diğer bazıları da demişlerdir ki, kelamda asıl olan hakikattir. Fakat hakikatin imkansız olduğuna bir delil bulununca da mecaza yorumlanması vacib olur. “Avuç” ve “sağ el” kelimeleri, organlarda hakikattir. Allah Teâlâ’ya âzâ ve organ isnadının imkansız bulunduğuna da aklî delil vardır. O halde mecaza yorumlanması vacibdir. Çünkü “filan, filanın avucundadır.” denir. Onun yönlendirmesi ile emri altında demektir. “Sağ ellerinin malik olduğu…” Ahzab, 33/50 ifadesinden maksat da kendilerinin milki olmasıdır. Şu ev filanın elinde, filanın avucunda ve filanın eline geçti derler ki, halis milki olduğunu söylemek isterler. Hem bunlar, kullanılan ve meşhur olan mecazlardır. İbnü Atiyye de demiştir ki, kabza avuç kudretten ibarettir. Dilimizde de pek çok kullanılan kabza kelimesi esasında “kabız”dan “masdar bina-i merre”dir. Bir kabız, bir sıkma veya bir tutma demektir. Avuçla tutulan mikdara da “kaf”ın zammesiyle “kubza” tutam veya sıkım denildiği gibi, “kaf”ın fethasıyla “kabza” da denir. Demek ki kabza, bir sıkım, bir tutam veya bir avuç mânâlarına olabiliyor. Burada “bir sıkım” diye ifade edilmesi, kıyametin sıkıştırmasını anlatması itibarıyla daha açık sağ demektir. Kuvvet ve kasem yemin etmek mânâlarına da gelir. Burada kuvvet veya kasem demek olabileceği de söylenmiştir. “O gün biz göğü, kitapların sayfalarını dürer gibi düreceğiz.” Enbiya, 21/104 âyetinin ifadesince göğü dürmeye ahdetmiş olduğu için tahkik itibariyle bu mânâ doğru ise de, önceki mânâ ile kuvvet ve kudretin tasvir ve temsilinin daha kuvvetli, daha büyük bir mânâ ifade ettiğini hatırlatmaya hacet yoktur. Sahih-i Müslim’de Hz. Aişe’den rivayet edildiğine göre, yer ve göklerin bu sıkımı ve dürümü sırasında insanların nerede olacağı Resulullah’tan sorulmuş, “sırat üzerinde” tasvir edip anlatmak için de buyuruluyor ki “sûra üfürülmüştür.” “Sûr”un mânâsı Neml Sûresi 87. âyetin tefsirinde geçmişti. Görülüyor ki burada iki üfürüş açıklanıyor. Birincisi, yıkan “nefh-ı saik”tir ki bu, birinci veya orta üfürüştür. İkincisi, kaldıran “nefh-ı kıyam”dır ki, bu da ikinci veya üçüncü üfürüştür. Ve kıyamet kelimesi, bu ikincideki kıyam kalkış mânâsından olmakla beraber, birinciyi de başlangıcı olmak üzere kapsamaktadır. Onun için kıyametin kopması en büyük yıkımı ifade eder. Buna saat, vâkıa, hâkka da yıldırım çarpmasında olduğu gibi bayılıp düşmeye ve ölmeye denilir. Bu kalkıştan sonra din günü ve fasıl günü denilen safhayı açıklamak üzere buyuruluyor ki Ve yer parlatılmıştır. Bu parlayacak olan yer kabızdan sonra “O gün yer, başka yere çevrilir.” İbrahim, 14/48 ifadesi üzere, değişecek olan mahşer yeridir. Bir hadisi şerifte şöyle gelmiştir “İnsanlar, halis elenmiş un çöreği gibi beyaz bir yer üzerinde haşrolunacaktır ki, üzerinde kimsenin bayrağı yoktur.” Rabbinin nuru ile, Kur’ân’ın birçok âyetlerinde Kur’ân’a, bürhana delile, hak ve adalete nur dendiği gibi, burada da nurun, hak ve adaletin tecellisi demek olduğu söylenmiştir. Fakat Ebu Hayyan’ın naklettiği üzere İbnü Abbas demiştir ki, burada nur, güneş ve ayın nuru değil, diğer bir nurdur ki, Allah Teâlâ yaratacak da onunla yeri aydınlatacaktır. Bu rivayet bizi öbüründen daha güzel bir mânâ ile aydınlatmaktadır. Çünkü elektrik ile bir misalini tasavvur edebileceğimiz parlak bir nurun, ilâhî bir nurun yaratılacağını bize önceden haber vermiş oluyor. Bu nur ki, onunla büyük mahkemenin kurulacağı mahşer yeri aydınlatılacaktır. Kitap ortaya konmuş. Burada kitap, amel defteri ile tefsir edilmiştir. Ve peygamberlerle şahitler getirilmiş, “O gün Allah, peygamberleri toplayacak ve Size ne cevap verildi?’ diyecek.” Maide, 5/109, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine şahit getirdiğimiz vakit, bakalım onların hali nasıl olacak?” Nisâ, 4/41 “O gün bütün insanları önderleriyle çağıracağız.” İsrâ, 17/71 ifadeleri ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte burada “Nebiyyîn” kelimesi, muhbirler mânâsını da ifade Şerifi71- İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sevkedilmektedir. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri onlara “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” derler. Onlar da “Evet geldi” derler. Fakat kâfirler üzerine azab kelimesi hak Onlara “Ebedî olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denir. Bak, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!73- Rablerinden korkanlar da bölük bölük cennete sevk edilmektedir. Nihayet oraya vardıkları zaman kapıları açılır ve bekçileri onlara “Selâm sizlere, ne hoşsunuz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!” Onlar da “Hamdolsun o Allah’a ki, bize vaadini doğru çıkardı ve bizi cennet arzına varis kıldı. Cennette istediğimiz yerde oturuyoruz” derler. Bak ne güzeldir mükafatı o iyi amel işleyenlerin!75- Meleklerin de arşın etrafını kuşatarak, Rablerine hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Artık halk arasında hak ile hüküm icra edilip “âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun” Rab! Bizi de bu hamde eren kullarından Zümer Sûresi bitti. Bunu Mümin Sûresi takip ediyor.
g • t • d39 . Zümer Suresi - PDF HDKD - Zümer Suresi/Elmalı Orijinal - 39/2 - 39/3 - 39/4 - 39/5 - 39/6 - 39/7 - 39/8 - 39/9 - 39/10 - 39/11 - 39/12 - 39/13 - 39/14 - 39/15 - 39/16 - 39/17 - 39/18 - 39/19 - 39/20 - 39/21 - 39/22 - 39/23 - 39/24 - 39/25 - 39/26 - 39/27 - 39/28 - 39/29 - 39/30 - 39/31 - 39/32 - 39/33 - 39/34 - 39/35 - 39/36 - 39/37 - 39/38 - 39/39 - 39/40 - 39/41 - 39/42 - 39/43 - 39/44 - 39/45 - 39/46 - 39/47 - 39/48 - 39/49 - 39/50 - 39/51 - 39/52 - 39/53 - 39/54 - 39/55 - 39/56 - 39/57 - 39/58 - 39/59 - 39/60 - 39/61 - 39/62 - 39/63 - 39/64 - 39/65 - 39/66 - 39/67 - 39/68 - 39/69 - 39/70 - 39/71 - 39/72 - 39/73 - 39/74 - 39/75MealllerZümer Süresi/Meal -Zümer Suresi/MealTefsirlerZümer Suresi/Elmalı Orijinal - PDF HDKDDDKKZümer Suresi/JaponcaVideoZümer Süresi/VİDEOTablo sunumuZümer Suresi/1-9 - Zümer Suresi/10-21 - Zümer Suresi/22-31DiğerZümer - Guref - Sûrei Guref dahi denilir. Zümer, zümrenin cem'ıdır. Zümre de bir takım demektir. Bu Sûre nihayette nefhı sur ile kâfirleri zümre zümre Cehenneme, müttekıleri de zümre zümre Cennete sevkettiği için zümer tesmiye - Kur'an/HDKD/ZümerAyet Ayet KK -Ayet Ayet Kur'an-ı Kerim Sureleri Zümer Süresi/VPl - Zümer Süresi/WP Bakınız Zümer suresi/MEAL, Zümer suresi/VİDEO, Zümer suresi/TEFSİR, Zümer suresi/TEZHİB, Zümer suresi/HAT, Zümer suresi/FAZİLETİ, Zümer suresi/HİKMETLERİ, Zümer suresi/, Zümer suresi/KERAMETLERİ, Zümer suresi/AUDİO, Zümer suresi/HADİSLER, Zümer suresi/Elmalı orijinali, Zümer suresi/Transkriptleri, Zümer Suresi/NAKİLLER, Zümer Suresi/Elmalılı Tefsiri Tuhi Zümer Tuhinin yürek paralayan muhteşem okuyuşu... Lahuti bir havası var... Cennet zümresi ile cehennem zümresini anlatır... ŞablonZümerbakınız - d Zümer - Zümreler - Takımlar Zümre - Takım - Öğretmenler zümresi Zümre başkanları Zümre Başkanlarının Eğitimi Zümer Suresi 39 . Zümer Sûresi PDF HDKD - Zümer Suresi/Elmalı Orijinal -HDKD/Sadeleştirilmiş - HDKD/Zümer HDKD/Zümer/Sadeleştirilmiş Zümer Süresi/Meal Zümer Süresi/VİDEO DDKK Zümer Süresi/Azerice Tablo sunumu Zümer Suresi/1-9 - Zümer Suresi/10-21 - Zümer Suresi/22-31 Zümer - Guref - Sûrei Guref dahi denilir. Zümer, zümrenin cem'ıdır. Zümre de bir takım demektir. Bu Sûre nihayette nefhı sur ile kâfirleri zümre zümre Cehenneme, müttekıleri de zümre zümre Cennete sevkettiği için zümer tesmiye olunmuştu. Kur'an/Zümer - Kur'an/HDKD/Zümer ŞablonZümer Allah kuluna kafi değil mi? - 39/36 Ayeti hüdavendiğar camii minberinin kapısında atlas üzerine ayet olarak yazılmış.... Fizilal-ıl Kur'an[] 8- İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabb'ine dönerek O'na yalvarır. Sonra Allah katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir. Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. Ey Muhammed! De ki "İnkârınla az bir müddet zevklen, sen cehennemliklerdensin. " İnsanın fıtratı karakteri, sıkıntıya düştüğünde kendiliğinden ortaya çıkar. Bu sırada üzerindeki tortular dökülür. Üzerindeki perde açılır. Etrafını kuşatan kuruntular, yanılgılar aydınlık kazanır. O da Rabb'ine yönelir. Yalnız O'na döner. O'ndan başkasının kendisini bu sıkıntıdan kurtaramayacağını kavrar. Kendilerine çağırdığı ortakların ve şefaatçıların yalancı olduklarını öğrenir. Sıkıntılar sona erip bolluk ve rahat geldiğinde ise... Yüce Allah, katından bir nimetle onu şereflendirip başındaki belayı bertaraf ettiğinde ise... Sıkıntının dokunması ile fıtratı yalın halde ortaya çıkan bu insanın tekrar geriye döndüğü, fıtratının üzerini tortuların kapladığı, Rabb'ine dönüşünü, O'na yalvarışını ve sınanma sırasında yalnız O'na kulluk ettiğini, O'ndan başka kimsenin bu belayı başından savmaya gücünün yetmediğini unuttuğu görülmektedir. İnsan bunların hepsini unutmakta ve yüce Allah'a ortak koşmaya başlamaktadır. Ya eski cahili e döneminde olduğu gibi taptığı bir takım ilahlar edinir, ya da bir takım değerleri, kişileri ve makamları ilah edinir. Bunlara içinde öyle değer verir ki, onları Allah'a ortak koşar. Nitekim cahiliyenin pek çok türünde bunlara benzer ortak koşmalara rastlanmaktadır. Bir de bakmışsın ki, aynı insan, cinsel arzularına, eğilimlerine, ihtiraslarına, korkularına, malına, çocuklarına, yöneticilerine ve büyüklerine Allah'a taptığı gibi veya daha samimi bir biçimde tapmaktadır. Bunları, Allah'ı sever gibi sevmekte veya daha fazla sevmektedir Şirkin pek çok çeşitleri vardır. Zira bunda şirkin bilinen şeklini alma yoktur. Fakat işin özüne bakıldığında bunun koyu bir şirk olduğu rahatlıkla kavranır. Bu yolu izleyen insanın sonu, Allah'ın yolundan sapmaktır. Allah'ın yolu birdir. Birkaç tane değil. İbadet, yöneliş ve sevgide yalnız O'na yönelmek, O'na giden yegane yoldur. Allah inancı, kalbte herhangi bir ortaklığa tahammül etmez. Mal, çocuk, vatan, toprak, dost ve yakın gibi hiçbir şeyin ortaklığını kabul etmez. Bunlar ve benzerlerinin kalbte yerleşen ortaklığı, Allah'a ortaklar koşmanın ta kendisidir. Allah'ın yolundan sapmaktır. Bu, yeryüzünde kısa bir süre yararlandıktan, oyalandıktan sonra cehennemle noktalanacak bir gidiştir. "De ki İnkârınla az bir müddet zevklen, sen cehennemliklerdensin. Ne kadar uzun ömürlü de olsa bu yeryüzünün her tür nimeti kısa sürelidir. Ne kadar yaşarsa yaşasın, insanın bu yeryüzündeki günleri sayılıdır. Hatta bütün insanların yeryüzündeki hayatları yüce Allah'ın günleriyle karşılaştırıldığında kısa bir yararlanmadan öteye gidemez. İnsanın bu çirkin tipinin yanında başka bir tablosu daha çiziliyor. Bu da, sürekli Allah korkusu ve ürpertisi ile dolu olan, Allah'ı sürekli anan, sıkıntıda ve bollukta O'nu unutmayan, yeryüzündeki hayatını ahiret endişesiyle yaşayan, Rabb'inin rahmetine ve ihsanına ulaşmak isteyen insan tipidir. Varlığın gerçeklerini anlamayı sağlayacak ve sağlıklı bir bilgiyi meydana getirecek olan Allah ile sürekli bağı bulunan kalb sahibidir bu insan 9. ayet - Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabb'inin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? De ki "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Doğrusu ancak aklı selim sahipleri öğüt alır. Bu şeffaf ve derin hisleri harekete geçiren bir tablodur. Secdede ve ayakta görülen bu boyun eğiş, itaat ve yöneliş... Ahiret endişesi ve Rabb'inin rahmetini elde etme umudu ile birlikteki bu derin hassasiyet... İnsanın uzbakışını aydınlatan; kalbe, görme, buluşma ve sinyal alma nimetini bağışlayan bu arınma ve şeffaflık... Evet, işte bunlar,n hepsi insanın şeffaf ve parlak bir tablosunu çizmektedir. Bu tablo, önceki ayetin çizmiş olduğu çirkin, silik tabloyu karşılamaktadır. İster istemez bu karşılaştırma gerçekleşmektedir "De ki Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Gerçek ilim, tanımaktır marifettir; gerçeği kavramaktır. Bu ilim, insanın basiretini, uzbakışını açar. İnsanın bu evrende var olan değişmez gerçeklerle bağ kurmasını sağlar. İlim, zihni dolduran, fakat evrenin büyük gerçeklerine ulaştırmayan, açık ve somut olan nesnelerin ötesine geçmeyen kopuk ve soyut bilgiler değildir. İşte gerçek ilme ve aydınlatıcı marifete ulaşmanın yolu budur. Bu yol, yüce Allah'a boyun eğip O`a ibadet etme, kalbin hassasiyeti, ahiret endişesinin bilincine varma, Allah'ın rahmetine ve ihsanına umut bağlama, bu korku ve ürperti içinde Allah'ın kendisini gözettiğini hatırda tutmadır. İşte yol budur. Ancak bu yolla işin özü kavranabilir ve tanınabilir. Bununla, görülen, duyulan ve denenen şeylerden yararlanılır. Bu küçük gözlemlerin ve deneyimlerin ötesinde bulunan büyük, değişmez gerçeklere ulaşılabilir. Yalın deneylerin ve yüzeysel gözlemlerin sınırları önünde duranlar ise, malumat derleyicileridir; alım değildir onlar... "Doğrusu ancak aklı selim sahipleri öğüt alır." Sadece duyarlı, bilinçli, açık, eşyanın dış yüzeylerinin ötesinde bulunan gerçekleri kavrayan, gördüğü ve bildiği şeylerden yararlanan, gördüğü ve dokunduğu her şeyde Allah'ı hatırlayan; Allah'ı da, O'nun huzuruna çıkarılacağı günü de unutmayan kalblerin sahipleri
zümer suresi 53 ayet tefsiri